Modern bir sanat (yedinci sanat) olan sinemanın Gaziantep’teki serüveni Cumhuriyetimiz ile yaşıttır. 1923 yılında Mülkiyeti Özel İdareye ait eski Öksüzler Yurduna (Dâr-ül Eytâm Mektebine) bir sinema makinesi getirilmiş, Bey Mahallesi, Eski Sinema Sokağı’nda bulunan -eski bir kilise olan- Öksüzler Yurdunda haftada bir gün eğitim amaçlı filmler gösterilmiştir.
Dar-ül Eytâm Mektebinin başka bir ile nakledilmesi üzerine bina sinema olarak kullanılmak üzere Giritli Hasan Çavuş, Dişçi Hayri Altınöz ve Çobanbey emekli Nahiye Müdürü Niyazi Bey’e kiralanmıştır. Manuel yani el ile çevrilen, sadece alt yazılı ve sessiz filmlerin gösterilebildiği bu ilkel makineyle Gaziantep’in ilk sineması hizmete açılmıştır. İleri görüşlü üç ortak, Hasan Çavuş, Hayri Altınöz ve Niyazi Bey sinemayla yeni tanışan halkın ilgisini çekmek için şöyle bir yol izlerler. Ali Bey adında iyi İngilizce bilen birisini bulurlar, Ali Bey, film gösterilirken alt yazıları okuyup, anında dilimize çevirerek seyircilere iletmektedir. Ali Bey sesin daha iyi duyulması için -tenekeciler tarafından saçtan yapılan- ilkel bir megafon kullanır. Anında çeviriler yapılsa bile alt yazılı filmler, bu sanat dalına yabancı halkın “canlı fotoğraf” olarak adlandırdığı yedinci sanat dalına ilgisini artırmak için yeterli değildir. Üç ortak 1924 yılında sinemayı Ali Nakıpoğlu’na yani Nakıp Ali’ye devrederler.
Ali Nakıpoğlu bir başka çözüm yolu bulur. Seanslar arasında işlettiği gazinodan ses ve saz sanatçılarını sinemaya getirtip, “çalgılı sinema” yapar. Bu girişim halkın ilgisini daha çok çeker.
1924 yılının ortalarına doğru Gaziantep’e Türkçe alt yazılı filmler getirtilmeye başlanır. Gaziantep’te Türkçe alt yazılı olarak gösterilen yabancı filmlerden bazıların isimleri şunlardır; ‘Sparrows’ - Serçeler (1) ‘Yellow Coat’ - Sarı Yağmurluk (2), ‘Odet’ (3). Türk filmleri arasında yönetmenliğini Muhsin Ertuğrul’un yaptığı ve baş rollerinde kendisi ile birlikte Refik Arduman’ın oynadığı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Nur Baba” adlı romanından uyarlanan “Nur Baba/Boğaziçi’nin Esrarı Yok’ adlı film (4) Gaziantep’te çok büyük ilgi görür. Diğer Türk filmleri olarak yönetmenliğini Muhsin Ertuğrul’un yaptığı ‘İstanbul’da Bir Facia-i Aşk’, yönetmenliğini Cezmi Ar’ın yaptığı Halide Edip Adıvar’ın ‘Ateşten Gömlek ‘ adlı romanından uyarlanan film (5), yönetmenliğini Muhsin Ertuğrul’un yaptığı “Leblebici Horhor Ağa (6), yönetmenliğini Muhsin Ertuğrul’un yaptığı Peyami Safa’nın ‘Sözde Kızlar’ adlı eserinden uyarlanan aynı adla sunulan film (1924 yılı yapımı), yine yönetmenliğini Muhsin Ertuğrul’un yaptığı “Ankara Postası” adlı film (1929 yılı yapımı) sayılabilir. Sayın Ali Nakıpoğlu ; bu filmler içerisinde halk tarafından en fazla ilgiyle izlenen filmlerin; ‘Ateşten Gömlek’ ve ‘Ankara Postası’adlı filmler olduğunu belirtir.
Şehrin tek sineması olan Nakıp Sineması 1930 yılında çıkan bir yangın sonucu yanar. Bu olayı sinemanın sahibi Ali Nakıpoğlu şöyle anlatır. “Eczacı Tevfik Doğan Konya’da Fahrettin Paşa’nın izni ile Ordu Film Merkezinden İstiklal Harbinin bütün safhalarının anlatan “İzmir Zaferi”, bir adı da “İstiklal” olan (Şimdiye dek çevrilen milli filmlerimizdeki hakiki sahneler dokümanter olan bu filmden alınan) bu filmi getirerek, filmin gösterilmesi için de sinemamı bir haftalığına önden 40 mecidiyesini vermek üzere kiraladılar. Ordu Film Merkezi, (7) bu filmin her gösterildiği yere, bir filmle bir de asker makinist gönderiyor ve filmi asker oynatıyordu. Bu filmin burada gösterimi sırasında asker makinist filmi oynatırken bizim sinemanın makinisti de yanında bulunuyordu. O zamanda projeksiyon (film gösterme makinesi) elle çevrilmek suretiyle film gösterilirdi. Film oynamakta iken, filmin Manisa’nın yangını ile ilgili bir sahnesinin gösterimi esnasında asker sinemanın makinistine ‘Gel bak Manisa nasıl yanıyor?’ diye seslenir. Ve makinistle askerin gözleri perdeye daldığında makine dairesinden çıkan yangın sinemanın tamamen yanmasına sebep olur.” Ali Nakıpoğlu 1930 yılı sonlarına doğru “Asri Sinema” adıyla yeni bir sinemayı, şimdi Öğretmenevi’nin bulunduğu yerde faaliyete geçirir. Artık sesli filmler Gaziantep’e gelmeye başlamıştır. Asri Sinema’da gösterilen ilk sesli film ‘My Love is my Fault’ adlı Türkiye’ de ‘Aşkım Günahımdır’ adıyla gösterilen filmdir.
Gaziantep’te ikinci sinema 1934 yılında üç ortak, Ahmet Barlas, Attar oğlu Ahmet Atalar ve Mamat Ağazade Ali Efendi tarafından Asri Sinemanın yanında - o zamanki Halkevi Binasında kiralanarak- açılır ama bu sinema bir kaç yıl sonra kapanır. 1940 ve 1941 yıllarına gelindiğinde Gaziantep’in üçüncü sineması ‘Dumlupınar Sineması’ Belediye Hanı civarında Abdullah Bey tarafından açılır.
Sinema olarak yapılan ilk bina yani Gaziantep’in ilk sinema binası Ali Nakıpoğlu tarafından 1945 yılında “Nakıp Sineması” olarak açılır ve 1990’lı yıllara kadar çalıştırılır. Değerli yazar Sayın Ülkü Tamer Gaziantep’teki o günleri, sinema ortamını çok güzel özetler.
“Korku filmlerinin yeri ayrıydı. Boris Karloff’un, Lon Chaney Jr, Bela Lugosi’nin yerleri ise apayrıydı. Frankenştayn (1931), Kurt Adam, Drakula (1931, Tod Browning)). Büyüdüğümde de çok korku filmi gördüm. Ama hiçbirinden o eski tadı alamadım. .. Nakıp Ali’nin sineması da o korku filmlerinin havasına pek uygun düşüyordu. Perdenin yanında odun sobası. Salonun ortasında sütunlar. Gıcırdayan tahta koltuklar. Sinema, Frenkenştayn’ın şatosunun bir uzantısıydı sanki; perdedeki dekorun bir parçasıydı. Biz de olayı uzaktan izleyen seyirciler değil, film bittiğinde sağ kalmayı başaran tanıklardık. “Frenkenştayn Kurt Adama Karşı” yı nasıl unutabilirim! Biz tek canavarla zor baş ederken şimdi ikisi birden karşımıza çıkmıştı. Filmin sonunda onlar boğuşurken biz kan ter içerisinde kalmıştık. Halil Dayı’nın oğlu Aydın’ın baş ağrısı iki gün geçmedi.”. Şöyle devam eder Sayın Ülkü Tamer “Her filmi severdik. Ama yerli filmleri biraz daha az severdik. Biraz “Yılmaz Ali”, biraz da “Kahveci Güzeli” ilgimizi çekmişti. “Hasret, “Taş Parçası”, “Şehvet Kurbanı” gibi filmlerden sıkılırdık. “Dertli Pınar” ile “Fedakâr Anne” bıktırmıştı bizi. İkisi de yılda üçer, dörder defa oynatılırdı.
1945 yılından sonra peş peşe sinemalar açılmaya başlar. 1948 yılında Baydar, 1950 yılında Yıldız, 1951 yılında Şehir, 1954 yılında Saray, 1960 yılında Marmara, 1962 yılında Büyük, 1961 yılında Site sinemaları açılır. Sinema salonlarının açılmasında ve sinemanın Anadolu’da yaygınlaşmasında 1948 yılında Belediye Gelirleri Kanunu gereğince, yerli filmlerden alınan eğlence rüsumunun/vergisinin %70’ten %30’a düşürülmesinin olumlu katkıları olmuştur. Sinemanın büyük kentlerin dışına çıkarak bütün ülkeye yayılmasından Gaziantepliler büyük ölçüde yararlanmıştır. Yurdumuzda 1960’ların başında bir yılda çekilen film sayısı 100’ü aşmış, star sistemi ve belli başlı film türleri yerleşmiştir.
Yukarıda adı geçen kışlık sinemaların yanı sıra sadece yaz aylarında açılan yazlık sinemalar da halkın eğlence yaşamında önemli yer tutuyordu. Bu sinemaların hem kışlığı hem yazlığı vardı ve genelde yazlık sinemalar İstasyon Caddesi civarında toplanmıştı. 1960-1970’li yıllarda İstasyon Caddesi kentte eğlence merkezinin kalbiydi. Restoranlar, çay bahçeleri, yazlık sinemalar, gazinolar, cadde boyunca sağlı sollu dizilmiş seyyar satıcılar, gazinolardan taşan müzik sesleri, sinema önlerindeki kalabalık, gazinolara gelen şık beyler, gazinoya gelen şantöz ve dansözlerin göz alıcı kıyafetleri ile canlı, hareketli, güzel bir cadde idi.
Kentte yaz gecelerinin en güzel eğlencesi; sinemalarda birbirine arkadan uzun bir tahtayla tutturulmuş tahta iskemlelerde perdeyi iyi gören bir yere oturmak, ailece gidilmiş ise localarda yer bulmak (ki hepsinde loca yoktu) ve yaz rüzgârlarına teslim olmuş beyaz sinema perdesinde kendini filme kaptırabilmekti. Çünkü teneke kovalarının içindeki buzlu suda soğutulmuş gazozlarını seyircilerin arasında dolaşarak satmaya çalışan gazozcular ile gazete kağıdından yapılmış külahların içinde karpuz çekirdekleri ile leblebilerini bitirmeye çalışan kuruyemiş satıcıları, uykusu gelen veya sıkılan bir bebeğin ağlaması, bitişikteki gazinodan taşan ve yazlık sinema bahçesini dolduran genç bir şarkıcının seslendirdiği son günlerde moda olan neşeli bir şarkı, yıldızlarla dolup taşan pırıl pırıl bir gökyüzü, beyaz perdede acıklı veya neşeli bir sahne, zengin oğlan fakir kız ya da tam tersi romantik bir sahne ve hepsinden önemlisi sadece beyaz perdede yaşanan hayeller..
Yedinci sanatın Gaziantep’teki serüveni bu kadar kısa değil elbette. Ben sadece bir giriş yaptım. Gaziantep kentinin birçok açıdan şanslı kentlerden biri olduğunu düşünenlerden birisiyim. Sinemanın Gaziantep’te yaygınlaşmasında pek çok kişi ve kuruluşun katkısı var. O aydınlık yüzlü, ileri görüşlü insanları, Kentin kültür yaşamına çok önemli katkılarda bulunan bir avuç insanı saygıyla anıyorum. Ruhları şad olsun!