Tüm Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de şirketlerin kahir ekseriyeti aile şirketlerinden oluşmaktadır. Ancak ülkemizdeki şirketlerin Dünya örneklerinden önemli bir farkı var ki, o fark da; şirketlerde kar dağıtım kültürünün olmamasıdır.
Bilindiği üzere ekonomide bir mal veya hizmetin yaratılması için ihtiyaç duyulan bir takım faktörler söz konusudur. Üretim faktörleri toprak, emek, sermaye ve girişimciliktir. Üretim faktörlerinden toprağın payı rant, emeğin payı ücret, sermayenin payı faiz ve müteşebbisin payı ise kâr olarak adlandırılmaktadır. Yani, müteşebbis diğer üretim faktörlerini bir araya getirerek kar elde etmeyi amaçlamaktadır.
Müteşebbis veyahut girişimci, kurmayı düşündüğü işletme ve faaliyet kolu için gerekli araştırma ve fizibiliteyi yapar, iş için lazım olan iş gücünü temin eder, tüm işletmenin çalışır duruma gelmesi için üretim araçları ile gerekli makine ve tesisatı satın alır, yeterli düzeyde hammadde ve/veya yarı mamulün tedarik edilmesi dahil tüm bu işler için ise yeterli sermayeyi koyar. Öte yandan Vergi hukukunda ticari kazançtan bahsedebilmek için aşağıda belirtilen unsurların bulunması icap eder.
1-Sermaye Unsuru: Bir faaliyetin ticari faaliyet olarak değerlendirilebilmesi için; belirtilen faaliyet için yeterli bir sermayenin konulmuş olması gerekmektedir.
2-Devamlılık Unsuru: Bir faaliyetin ticari faaliyet olarak kabul edilebilmesi belirtilen faaliyetin de-vamlı olması, yani süreklilik arz etmesi icap eder. Eğer bir faaliyet bir kereye mahsus yapılıyor ise yani arızi olarak icra ediliyorsa burada Ticari Kazançtan bahsetmemiz mümkün değildir.
3- Organizasyon Unsuru: Ticari kazançtan bahsedebilmek için icra edilen faaliyetin bir organizasyon çatısı altın icra ediliyor olması gerekir. Örneğin bir işyerinin açılması, eleman çalıştırılması, ticaret siciline kayıt olunması gibi hamleler yapılan işin bir ticari organizasyon çerçevesinde yapıldığını göstermektedir.
4-Kazanç Elde Etme Unsuru: Bir işletmeye ticari olma vasfı katan ve o faaliyeti dernek, vakıf gibi sivil toplum kuruluşlarının aktivitelerinden ayıran temel unsur, yapılan işten gelir ve kazanç elde etme kasıt ve niyetidir. Eğer ki, yapılan faaliyet için böyle temel bir amaç yoksa ticari faaliyetten bahsetmemiz de mümkün değildir.
Yukarıda değinmiş olduğumuz akademik tanımlamalar, Vergi Hukukunun ve Ticaret Hukukunun ihdas felsefelerine baktığımızda; Bir ticari faaliyetin temel gayesinin kar olduğunu, kar amacının, ticari faaliyeti dernek, vakıf, sendika gibi sosyal faaliyetlerden ayırdığını net olarak görmekteyiz. Ayrıca iktisat teorisine baktığımızda dört üretim faktöründen bir olan girişimciliğin karşılığının kar payı olduğunu görmekteyiz.
Hal böyle olunca ticaret şirketlerinin, bilhassa Türkiye’de en çok rastlanan şirket türü olarak Limited Şirket ve Anonim Şirketlerin büyük çoğunluğunun diğer dünya örneklerinde oldukları gibi aile şirketlerinden müteşekkil olduğunu, ama dünyadaki emsallerinden farklı olarak kar dağıtımı yapmadıklarını görmekteyiz. Yani girişimci, her ne hikmetse ticaretin veya imalatın tüm risklerini üstlenmekte, işletme için yer temin etmekte, iş gücü tedarik etmekte, makine ve ekipman satın almakta, tüm bu işler için de kafi derecede sermaye koymakta, ancak bunun karşılığı olan kar payını almamaktadır.
Müteşebbisin, mali tablolarda kar dağıtımından pay almıyor olması, vergi hukukunun ve ticaret hukukunun felsefesine aykırı ve iktisat teorisinin yaklaşımıyla örtüşmeyen bir olgudur. Tabi bu teorik uyumsuzluk ve aykırılıklar sadece akademik bir tez çalışmasına konu olacak mahiyette değildir. Maliye Bakanlığı da bu işe taraf olduğunu ufaktan ufağa hissettirmeye başladı. Şunu net olarak ifade edeyim ki yakın gelecekte işletmelerde kar dağıtımının yapılmıyor olmasını Maliye Bakanlığı öncelikli gündem maddesi yapacaktır. Nitekim bunun bir takım emarelerini de görmeye başladık. Şöyle ki, Maliye Bakanlığı yakın geçmişte, lüks araç sahiplerinin bir kısmının daha önce hiçbir gelir beyanlarının olmadığını, ancak lüks araç satın aldıklarından yola çıkarak haklarında vergi incelemesi başlattı.
Maliye Bakanlığı elbette uzun yıllar önce yürürlükten kalkmış olan, hatta yürürlük şansı bulmadan mülga olan “Nerden Buldun Yasasını” referans alarak bu incelemeleri başlatmadı. Zaten mer’i olmayan, yani yürürlükten kalkmış olan bir yasa hükmüne istinaden bir vergi incelemesi başlatamazdı da. Ancak, Bakanlık bu incelemelerde bir anlayış değişikliğine gitti. Harcama bazlı bir denetim yöntemi seçti ve doğrudan kayıt dışı bir gelirin tespiti refleksi ile hareket etmedi ve tabir caiz ise tersten hareketle, harcamadan yola çıkarak kayıt dışı geliri sorguladı.
Maliye Bakanlığı, lüks tüketim harcaması yapan şahısların daha önce Gelir Vergisine konu hiç bir beyanlarının olmamasını risk faktörü olarak değerlendirdi ve bu tarz lüks tüketim harcaması yapan bir kesimi incelemeye aldı. Buradan yola çıkarak hem konuyu toparlamak hem de bu risklerin bertaraf edilmesi için çözüm yollarını önermek istiyorum.
Yukarıda da değindiğim üzere ülkemizdeki şirketlerin kahir ekseriyeti ortaklarına kar dağıtımı yapmıyor. Yetmedi, şirket ortaklarına, yönetim kurulu üyelerine huzur hakkı da dağıtmıyor.
Hal böyle olunca her kesin aklına şu soru geliyor; peki şirket sahipleri işletmelerinden kar payı almıyorlarsa, kendilerine huzur hakkı da dağıtılmıyorsa , ne yiyorlar ne içiyorlar? Nasıl geçiniyor-lar? Bu insanların yüksek kredi kartı harcamalarını kim karşılıyor? Çocuklarını özel okullarda kim okutuyor?
Tüm bu soruların cevabını, bizim gibi siz kıymetli okuyucularımız ve işverenlerimiz de merak etmeye başladı? Bizim merak ettiğimiz gibi Maliye Bakanlığının da dolaylı yoldan yapmaya başlamış olduğu harcama bazlı incelemeler ile onun da ilgisini celbetmiş görünüyor.
Peki, gerçekte bu sorunun cevabı nedir?
Şirket sahipleri ne yiyor ne içiyor? Bireysel ticari faaliyeti olmayan işletme sahiplerinin bir kısmı, şirketlerindeki kayıt dışı gelirlerini resmi defterlere aktarmadıkları için bu para ile hayatlarını idame ediyorlar. Diğer bir kesim ise; şirket ortağı olarak, şirket kasasını kendi cebi olarak görmekte ve şirketten para çekerek bu bireysel ve ailevi harcamalarını finanse etmektedirler.
Bu her iki durum da sakıncalı, zira biraz önce yukarıda değindiğimiz üzere; şirket ortağının beyan etmiş olduğu bir bireysel geliri yoksa, şirketinden kar payı ve/veya huzur hakkı da almıyorsa bir ekonomik kayıt dışılığı göstermektedir. Şirket ortağının şirketten gayri resmi almış olduğu para; şirket kasasında görünüyor ( muhasebe diliyle 100 Kasa Hesabı yüksek ise) veya şirket ortağı şirketten borç almış ise( 131 Ortaklardan Alacaklar hesabı çalışmış ise) bu hususlar başlı başına vergi inceleme sebebidir.
O zaman çözüm nedir?
Ne yapmak icap eder? Öncelikle şirket ortakları şirketteki sarf etmiş oldukları mesai karşılığı huzur hakkı alabilirler. Huzur hakkını şirket ortakları ve şirket ortağı olmayan bağımsız yönetim kurulu üyeleri alabilir. Huzur hakkı SSK primine tabi değil ama Gelir Vergisi Kanunu gereğince ücret gibi değerlendirildiği için ücretler gibi Stopaja tabi tutulması gerekir. Ama aynı zamanda gider de yazıldığı için vergi matrahından yani üzerinden vergi alınan kazançtan düşülebilmektedir. Ben tüm şirketlerde aylık en az 100.000 TL bandında huzur hakkının ortaklara dağıtılmasını şiddetle tavsiye etmekteyim. Öte yandan şirkette karın çıkması koşulu ile bir kar dağıtımının yapılmasını da tavsiye ediyoruz. Kar dağıtımı, şirketin mevcut yıl karı üzerinden dağıtılabileceği gibi, sermayeye eklenmemiş olan geçmiş yıl karları üzerinden de yapılabilir. Nitekim bazı şirketler belirli periyotlarla biriken geçmiş yıl karlarını şirketin sermayesine ilave etmektedirler. Kar dağıtımında bir kaç ay öncesine kadar stopaj oranı %10 idi. Yapılan değişiklik ile kar paylarının dağıtımındaki stopaj oranını %15’e çıkardılar. Yani şirket ortağına yapılacak kar dağıtımının üzerinden %15 stopaj yapılarak devlete yatırılması icap ediyor.
Diğer yandan şirket ortağının şirketten almış olduğu kar payları menkul sermaye iradı sayılıyor ve elde edilen bu kar payları yani menkul sermaye iratları için de Gelir Vergisi beyannamesi ile beyan edilmesi gerekmektedir. Ancak burada çok ince bir nokta var elde edilen kar paylarının yarısı vergiden istisna edilmiş durumda. Örneğin, şirket ortağının elde etmiş olduğu 10.000.000 TL kar payının yarısı vergiden istisna o yüzden üzerinden gelir vergisi hesaplanacak kazanç yalnızca 5.000.000 TL olacaktır. Keza bu tutar üzerinden 1.750.000 TL vergi hesaplandığını varsaydığımızda daha önce stopaj yoluyla ödenmiş olan 1.500.000 TL stopaj(%15’ lik stopaj) hesaplanan 1.750.000 TL vergiden mahsup edilecek yani düşülecek ve geriye kalan 250.000 TL Gelir Vergisi olarak ödenecektir.
Bu açıklama ve örnekler de gösteriyor ki, aslında kar dağıtımı korkulduğu gibi yüksek bir vergi yükü taşımıyor.
Öte yandan huzur hakkının da SSK primine tabi olmaması, bir yandan ücret kabul edilerek üzerinden stopaj hesaplanmasına karşın diğer taraftan gider olarak, vergi matrahından düşüyor olması da dağıtımının cazip olduğu anlamına gelmektedir.
Her şeyin ötesinde şirketlerde uzun yıllar boyunca kar dağıtımının yapılmıyor olması, şirket ortaklarına herhangi bir huzur hakkının da verilmemesi, hele de şirket ortağının bunun dışında bir ticari faaliyeti ve geliri de yoksa bu sürdürülebilir bir risk değildir artık.
Her kes gibi Maliye Bakanlığı da bu şirket ortağı ne yer, ne içer? Sorusunu sormaya ve bu husustaki incelemeler yoğunlaşmaya başlar.
Kar dağıtımı ve huzur hakkının verilmesinin önemli olduğunu, bu hususun işletmelerin yönetimi tarafından behemahal değerlendirilmesi gerektiğini bir kez daha hatırlatarak, iş bu makalemin faydalı olması dileğiyle…