Yaz ayları, bir yılın temposundan kısa bir kaçış gibidir. Uzun günler, güneşin sıcaklığı, tatil planları, deniz kokusu, uzun sofralar ve kahkahalar…
Her şey biraz daha yavaş ve biraz daha neşelidir. Çocuklar gün boyu hareket ederek, oyunla ve doğayla regüle olurlar; yetişkinlerse sosyalleşerek, rutinlerinden uzaklaşarak rahatlar.
Ama sonra takvimler Eylül’e döner. Günler kısalır sabahlar serinler ve grileşir. Tatilin getirdiği o esneklik yerini yeniden ritme bırakır. İşe dönüş, okul hazırlıkları, artan sorumluluklar… Hayat tekrar “düzen”ine kavuşur ama bu düzene uyum sağlamak için bazen zamana ihtiyacımız olur.
Yazın getirdiği esneklik, yerini düzene ve sorumluluklara bırakır. Ebeveynler için bu dönem hem kendi işlerine dönmek hem de çocukların okul sürecine eşlik etmek anlamına gelir. Sorumlulukların arttığı, günlerin hızlandığı bu dönemde birçok kişi “neden o eski enerjim yok” diye düşünür.
Oysa belki de sorun sadece depresif hissetmekte değil; mevsimlerde, ışıkta, doğanın değişiminde, modern yaşamın çalışma hayatında ve düzenin getirdiği sorumluluklarda…

Sonbahar Depresyonu Gerçek mi? Ruh Halimiz Mevsimler Göre Değişebilir mi?
Eylül’le birlikte havada bir şeyler değişir. Yapraklar sararır, günler kısalır, ışık azalır… Ve birçoğumuzun içinden hafif bir hüzün geçer. Belki daha çok uyumak isteriz, belki içimizde sebebini bilmediğimiz bir yorgunluk belirir. Peki bu “sonbahar hüznü” diye adlandırdığımız hal, sadece bir ruh hali mi yoksa gerçekten biyolojik temeli olan bir durum mu?
Doğa nasıl kış uykusuna hazırlanıyorsa, bedeniz de bir anlamda ‘yavaşlama’ moduna geçiyor olabilir. Bahar ve kış aylarında gün ışığının azalması ile birlikte beyinde serotonin ve melatonin dengesinin değiştiği biliniyor. Serotonin düştükçe daha az mutlu, melatonin düştükçe de daha uykulu ve isteksiz olabiliriz. Bu değişim de uyku düzeninden, enerji düzeyine, ruh halinden, iştah kontrolüne kadar pek çok değişikliğe eşlik edebilir.
Bedenimizde olan bu değişimler aslında sistemimizin doğanın ritmine uyum sağlama çabasıdır. Ancak yaşamlarımız bu dengeye uyum sağlamamızı zorlaştırır. Sabahları hala aynı saatte kalkmaya devam ederken gün daha aydınlanmamış olabilir ve enerjimizi daha düşük hissederiz. Akşamları daha erken hava kararırken biz daha işte ya da okulda olabiliriz ve bu da günü bitirdiğimizi ama hala dinlenip kendimize zaman ayıramadığımızı hissettirir. Dolayısıyla bedensel yavaşlama ile yaşam temposu arasındaki fark ruhsal bir yorgunluk yaratır.
Peki bu her zaman tedavi edilmesi gereken bir depresyon mu?
Hayır, her düşük ruh hali “klinik depresyon” anlamına gelmez.
İnsan duyguları mevsimler kadar döngüseldir
Bazı dönemlerde daha düşük enerjide, daha içe dönük olabiliriz, bu da ruhun dinlenme biçimidir. Ancak bu ruh hali günlük yaşamı etkiliyorsa, uzun sürüyorsa ya da kişinin işlevselliğini düşürüyorsa, o zaman profesyonel destek almak önemlidir.
Gerçek bir depresyon tanısı almayan birçok kişi, bu aylarda duygusal dalgalanmalar yaşar. Bunun nedeni çoğu zaman artan yaşam stresi, geçmişle yüzleşme ihtiyacı veya değişim dönemleri olabilir.
Sonbahar aslında psikolojik olarak da bir “iç hesaplaşma mevsimi”dir. Yılın sonuna yaklaşırken, neleri başardık, neleri kaybettik, kimleri geride bıraktık; hepsi bir şekilde zihnimizin önüne gelir.
Bu da bazen melankolik bir düşünce akışı yaratır. Bu hali “bozulmuşluk” olarak değil, insan olmanın döngüsel bir hali olarak görmek daha şefkatlidir.
Kendimize Nasıl İyi Gelebiliriz?
Gün içinde kısa yürüyüşler yapıp, gün ışığından yararlanmaya devam edebiliriz.
Düzenli uyku ve sağlıklı beslenme bedenin biyolojik saatini dengeler. Uyku ve beslenmede alışıldık ve iyi gelen rutinlere dönebiliriz.
Egzersiz yapmak serotonin salınımını destekler ve ruh halini düzenlemeye yardımcı olur. İyi gelen, ritmimize uygun bir egzersizi sürdürebilir ya da yeniden başlayabiliriz.
Kışa girerken içe çekilme eğilimi artsa da bağlantıda kalmak her zaman besleyicidir. Sevdiklerimizle bize iyi gelen sosyal bağları sürdürmeye devam edebiliriz.
Yorgun, isteksiz ya da duygusal bir ruh hali hissettiğimizde her zaman sorgulamak zorunda değiliz. Bunun doğanın bir parçası olduğu gibi bedenimizin de bir uyum ve yenilenme hali olduğunu hatırlamalıyız.