“Meze Mia, geleneksel mezeleri modern dokunuşlarla yorumlayarak sofralara estetik, sevgi ve kültür katıyor. Her meze bir hikâye anlatıyor; tazelik ve özen markanın vazgeçilmez ilkeleri arasında.
Klasik mezeleri global tatlarla buluşturarak taze ve doğal malzemelerle hazırlanan mezeler, sadece lezzet sunmakla kalmıyor; sofralarda bir deneyim ve hikâye yaratıyor. Meze Mia’nın hikayesini işletmecisi Tuğçe Ağar anlatıyor. Röportajımız sizlerle…
-Tuğçe Hanım, sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz? Eğitim geçmişiniz ve gastronomiye yönelişiniz nasıl oldu?
Tabii, memnuniyetle. Ben üç çocuk annesi, hayatı insanların özel anlarına dokunarak geçirmiş bir kadınım. Aslında bu yolculuk, evlenmeden çok önce başladı. Genç yaşta dünya mutfağı sunan bir restoranda işletme müdürü olarak çalıştım ve mutfağın büyülü dünyasına orada âşık oldum. Sonrasında eşimin kurucusu olduğu Elit Prestij Organizasyon’da uzun yıllar “Wedding Coach Tuğçe” olarak görev aldım. İnsanların en özel günlerine dokunmak, detaylara olan ilgimi ve estetik bakış açımı pekiştirdi.
İletişim ve organizasyon odaklı bir eğitim geçmişim olsa da, içimde her zaman yemeğe ve kültürlere dair bir tutku vardı. Bu tutku hem seyahatlerimde tattığım farklı mutfaklardan hem de çocuklarıma kurduğum sofralardan beslendi. Zamanla bu tutkuyu profesyonel bir işe dönüştürmeye karar verdim ve Meze Mia doğdu.
Ama bu yolculukta bir kişi var ki, Meze Mia’nın görünmeyen ama kalpten gelen ilham kaynağı: Annem.
Yıllardır mutfağımızda yarattığı o mis gibi yemek kokuları, sofra sevgisi ve emeği aslında her tarifime sızıyor. Meze Mia’da sevgiyle karıştırılan her tarifin içinde ondan bir iz mutlaka var.
- Meze Mia’yı açma fikri nasıl doğdu? Bu işin girişimcilik tarafında sizi en çok heyecanlandıran şey neydi?
Meze Mia fikri aslında yılların birikimiyle, içimden taşarak doğdu diyebilirim. Organizasyon sektöründe çalışırken, sofraların sadece yemek değil; duygu, anı ve birliktelik taşıdığını gördüm. O sofralarda eksik olan şeyin bazen bir tat, bazen bir hikâye olduğunu fark ettim. Bu farkındalıkla, insanların sofralarında farklı kültürlerden izler taşıyan, özgün ve özenli tatlar olmalı dedim kendi kendime…
İşte Meze Mia tam da böyle bir noktada filizlendi.
Girişimcilik tarafında beni en çok heyecanlandıran şey ise yeni bir şey yaratmak oldu. Sıfırdan bir marka kurmak, ona bir kimlik kazandırmak ve bu kimliği her detayda yaşatmak inanılmaz bir yolculuk. Ayrıca kadın girişimci olarak üretmenin, istihdam sağlamanın ve başka kadınlara da ilham olmanın ayrı bir gururu var. Her gün birilerinin evine dokunuyor olmak, sadece bir “meze” değil; emek, estetik ve duygu sunmak benim için çok değerli.
- “Meze Mia” adını seçmenizde nasıl bir hikâye var?
Aslında bu isim hem kalpten gelen bir his hem de bilinçli bir stratejinin ürünü. “Meze”, hepimizin bildiği gibi sofraların paylaşım ruhunu temsil ediyor.
Tek başına değil, birlikte yenilen, sohbetle anlam kazanan bir yemek türü. “Mia” ise hem İtalyanca’da “benim” anlamına geliyor hem de kulağa yumuşak ve zarif gelen bir tınısı var. Yani “Meze Mia” aslında “Benim Mezelerim” demek. Bu da markamın özünü yansıtıyor: kişisel, özgün ve sevgiyle hazırlanmış mezeler.
Aynı zamanda ismin uluslararası bir söyleme sahip olması da önemliydi. Çünkü Meze Mia’nın sadece yerel değil, global sofralarda da yer bulmasını hedefliyorum. İsim, tıpkı ürünlerimiz gibi kültürler arası bir köprü olsun istedim.

-Kendi instagram hesabınızda “yeni nesil mezeci” ifadesini kullanıyorsunuz. Bu tanım sizin için neyi ifade ediyor?
“Yeni nesil mezeci” ifadesi benim için sadece modern sunumlar yapmak değil; geleneksel olanı günümüz diliyle buluşturmak anlamına geliyor. Mezeler bizim kültürümüzde hep vardı ama ben bu mezeleri alıp, global dokunuşlarla yeniden yorumlamayı seçtim. Yani Meze Mia’da sadece klasik zeytinyağlılar değil; Asya’dan Ortadoğu’ya, Akdeniz’den Latin mutfağına kadar uzanan tatlar var. Klasik tariflere cesur ve yenilikçi dokunuşlar katıyoruz.
Sunumlarımızda da aynı anlayış var: özenli, şık ve sosyal medyada paylaşılabilir ama abartısız ve ruhunu kaybetmemiş… Yeni nesil olmak; çağı yakalamak ama köklerine de sadık kalmak demek benim için.
Ayrıca yeni nesil mezecilik biraz da hikâye anlatmakla ilgili. Her mezenin bir hikâyesi, bir çıkış noktası var. Bu da Meze Mia’yı sadece bir “yiyecek markası” değil, bir sofra kültürü deneyimi haline getiriyor.
-Menünüzde günlük taze hazırlanmış, doğal malzemelere vurgu yapıyorsunuz. Bu tazelik felsefesini nasıl sürdürebiliyorsunuz?
Bizim için “tazelik” bir tercih değil, bir ilke. Meze Mia’nın en temel vaadi şu: sofranıza gelen her tabakta o günün emeği ve doğallığı olacak. Bu yüzden menümüzdeki ürünler günlük hazırlanıyor ve stok yapmıyoruz. Her gün taze üretim yapabilmek için mutfakta çok sıkı bir planlama ve disiplin var. Malzemelerimizi yerel üreticilerden, mevsiminde ve mümkün olduğunca doğal haliyle temin ediyoruz.
Ayrıca her tarifin arkasında denge çok önemli. Bir malzeme taze değilse ya da tadı olması gerektiği gibi değilse, o gün o meze çıkmaz.
Kaliteden asla taviz vermemek hem zorlayıcı hem de gurur verici bir şey.
Tazelik felsefemizi sürdürülebilir kılmak için menümüzde mevsime göre ufak değişiklikler yapıyoruz. Bu hem doğaya hem de damak zevkine saygı demek. Yani Meze Mia’da her şey olması gerektiği zamanda, olması gerektiği gibi hazırlanıyor.
-Geleneksel mezeler ile modern yorumlar arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?
Geleneksel mezeler bizim kültürümüzün vazgeçilmez hazineleri ve onları korumak benim için büyük bir sorumluluk. Ancak sadece geçmişe bağlı kalmak yetmiyor; çağın ruhunu da yakalamak gerekiyor. Meze Mia’da bu iki dünyayı bir araya getirmek için özenle çalışıyoruz.
Öncelikle klasik tariflerin temel lezzetini ve dokusunu bozmadan, onlara küçük dokunuşlar yapıyoruz. Örneğin kullanılan malzemelerde bazen farklı aromalar, pişirme teknikleri ya da sunum biçimleriyle çeşitlilik katıyoruz. Böylece hem eski tatlar yaşatılıyor hem de yeni nesil damaklara hitap eden özgün tatlar ortaya çıkıyor.
Bence en güzel denge, “saygı” ile başlar. Her yenilik, geleneksel tatlara saygı göstererek ve onları daha da yüceltmek amacıyla yapılmalı. Bu anlayışla hem aile sofralarına hem de modern restoranlara yakışan mezeler yaratıyoruz.
-Müşterilerinizin en çok talep ettiği ya da “imza yemeğiniz” olarak gördüğünüz meze hangisi?
Müşterilerimiz arasında en çok sevilen ve “imza yemeğimiz” olarak gördüğümüz mezelerden ikisi Waldorf ve Sütlü Tudem.
Waldorf, adını New York’taki ünlü Waldorf-Astoria Oteli’nden alan klasik bir meze. Biz ise Meze Mia olarak bu klasiğe kendi özel dokunuşlarımızı ekleyerek daha modern ve özgün bir hale getirdik.
Sütlü Tudem ise tamamen bizim yarattığımız bir meze. Patlıcanın sütle buluştuğu, susam ve çiğdem gibi özel malzemelerle zenginleştirdiğimiz bu tarif, müşterilerimiz arasında çok sevildi ve Meze Mia’nın yaratıcı yüzünü temsil ediyor.
Bu mezeler sadece lezzetleriyle değil, aynı zamanda hikâyeleri ve özgünlükleriyle de sofralarımızda özel bir yer tutuyor.

-Sosyal medyada aldığınız geri bildirimler, menünüzü veya konseptinizi değiştirme yönünde sizi yönlendiriyor mu?
Kesinlikle! Sosyal medya bizim için sadece bir pazarlama aracı değil; aynı zamanda müşterilerimizle doğrudan iletişim kurduğumuz, onların fikirlerini ve isteklerini dinlediğimiz çok değerli bir platform. Aldığımız geri bildirimler, ürünlerimizi ve hizmetimizi sürekli geliştirmemize olanak tanıyor.
Özellikle menüde yeni tatlar denemek ya da sunumlarımızı farklılaştırmak gibi konularda sosyal medyada gelen yorumlar bizim için yol gösterici oluyor. Ancak kalite ve tazelik konusundaki prensiplerimizden asla ödün vermiyoruz. Böylece hem müşterilerimizin beklentilerine cevap verirken hem de markamızın duruşunu koruyoruz. Sosyal medyanın dinamik yapısı, Meze Mia’nın sürekli gelişmesine ve yenilikçi kalmasına büyük katkı sağlıyor.
-Gaziantep iş dünyasında bir kadın girişimci olarak yol almak nasıl bir deneyim? Zorlukları ve avantajları neler oldu?
Gaziantep gibi köklü ve hareketli bir şehirde kadın girişimci olmak başlı başına özel bir yolculuk. Elbette her işin kendi içinde zorlukları var ama ben bunları “engel” değil, “yol arkadaşı” olarak gördüm. Süreç boyunca çok şey öğrendim, büyüdüm ve geliştim.
Kadın bakış açısının iş dünyasında fark yarattığına inanıyorum. Detaylara verdiğimiz önem, duygu katabilme becerimiz ve insan ilişkilerine verdiğimiz değer; işin sadece ticari değil, aynı zamanda duygusal bir boyutu olduğunu da gösteriyor. Bence bu da bizi farklı kılıyor.
Gaziantep’in enerjisi, girişimciliğe çok açık bir yapısı var. Ben bu şehrin kültürel zenginliğinden çok beslendim. Hem işimde hem de ailemde güçlü bir denge kurmak için emek verdim. Bugün geldiğim noktada, Meze Mia sadece bir marka değil; birçok kadın için de “ben de yapabilirim” duygusunun temsilcisi olduysa, ne mutlu bana.
-Önümüzdeki dönemde menünüze yeni tatlar eklemeyi düşünüyor musunuz?
Bizde yenilik hiç bitmez! Mutfakta sürekli bir deneme, tatma, “oldu mu-olmadı mı?” telaşı var. Bazen ekibimle birlikte yepyeni bir mezenin peşine düşüyoruz, bazen de klasik bir tarifi “bizce” hale getirmek için mutfağa kapanıyoruz.
Şu sıralar Meze Mia mutfağında heyecanlı denemeler var… Biraz Uzak Doğu, biraz Orta Doğu, belki de sürprizli bir Latin esintisi. Ama sürprizi kaçırmak istemem; o yüzden şimdilik “spoiler yok”!
Yeni tatlar kesinlikle yolda. Ama her zamanki gibi önce biz test ediyoruz, sonra sevdiklerimize tattırıyoruz… Onay gelirse menüye giriyor. Yani kısacası, Meze Mia’da damaklar kadar merak da canlı tutulur.
-Meze Mia’nın 5 yıl sonraki hayalini nasıl tarif edersiniz?
Meze Mia’yı sadece bir mutfak markası olarak değil, bir sofra kültürü hareketi olarak görüyorum. 5 yıl sonra Meze Mia’nın sadece Gaziantep’te değil, Türkiye’nin farklı şehirlerinde hatta yurt dışında bile sofralara konuk olmasını hayal ediyorum. Hatta neden olmasın; belki bir gün “Dünya Mezeleri” konseptimizi New York’ta doğduğu yerde — Waldorf’un dibinde bile sunarız!
Ama benim için en büyük hayal, Meze Mia’nın ismi geçtiğinde insanların sadece lezzet değil; emek, duygu ve samimiyet hissetmesi. Aynı zamanda kadınların üretime katıldığı, birlikte büyüdüğümüz, ilham veren bir topluluğa dönüşmek istiyorum.
Yani 5 yıl sonra Meze Mia; daha fazla tabakta, daha fazla hikâyede, daha fazla kadının emeğinde olsun istiyorum. Hem büyüsün hem büyütsün.
-Face Dergisi okurlarına özel bir mesajınız var mı?
Face Dergisi aracılığıyla kalbinize dokunabiliyorsam ne mutlu bana…
Meze Mia bir markadan çok daha fazlası; içinden sevgi geçen, umutla yoğrulmuş bir yolculuk. Ve bu yolculuk bir tabak meze ile başladı.
Şunu söylemek isterim: Küçük başlayan her hayal, içinde yürek varsa büyür. Benimki mutfakta başladı, şimdi binlerce sofraya dokunuyor.
Siz de hangi alanda olursa olsun, içinizde kıpırdayan o sesi duyuyorsanız, durmayın. Çünkü bazen bir fikir değil, bir his hayatınızı değiştirir.
Hayat hızlı, zaman kıymetli. O yüzden sofralarınızı sevdiklerinizle paylaşın, anılar biriktirin…
Ve unutmayın: Meze yalnız yenmez.