Adıyaman Besni’den başlayıp, Keban Barajı’ndan Gaziantep sanayisinin kalbine uzanan 63 Yıllık Bir Mühendisin Hayat Hikayesi…
İbrahim Tuğsuz, 63 yıllık emeğiyle Türkiye’nin kalkınma yolculuğuna yön veren, dürüstlüğüyle, azmiyle ve vizyonuyla ilham kaynağı oldu. “‘Sakin denizden becerikli denizci çıkmaz’ diyerek her fırtınayı fırsata dönüştüren bir mühendis, bir öncü, bir şehir sevdalısı olan Tuğsuz ile gerçekleşen kapak röportajımızdaki 63 yıllık başarı hikâyesi hem sanayicilere hem gençlere umut aşılıyor. Keyifle geçen ve her satırı ayrı anılarla dolu röportajımız sizlerle…
-İbrahim Bey, öncelikle köklerden başlayalım. Tuğsuz ailesi nereden geliyor? İsminizin de ilginç bir hikâyesi olduğunu biliyoruz.
Tuğsuz ailesi, Besni’nin Aşağı Meydan Mahallesi’nde yaşayan eski yerli ailelerden. Biz Oğuz Türküyüz, Avşar boyundanız. Gaziantep’in çoğu da Avşar veya Bayat’tır. Besni’nin beldesi “Şambayat” adının verilmesinin sebebi de Osmanlı zamanında Şam’a sürülen Bayat Türkmenlerinin geri dönüp buraya yerleşmesidir.
Soyadımızın hikâyesi Osmanlı’ya dayanır. Padişaha hizmet edenlere “tuğ” ile sancak verilirmiş. Bizim dedemize sancak gelmiş ama tuğ gelmemiş; o yüzden “Tuğsuz” denmiş. O gün bugündür ailemiz bu isimle anılır. Adıyaman Besni’nin Çorman Köyü, tek tapu beş bin dönümlük araziyle 1760’tan beri Tuğsuzların mülkiyetindedir.
Dedem Hacı Duran Tuğsuz’un kardeşi Hacı İbrahim, İstiklal Savaşı’na katılmış ama şehit düşmüştür. İsmim, şehit dedemin adından gelmektedir. Yani aile, sadece Osmanlı’ya uzanan kökleriyle değil, Kurtuluş Savaşı dönemi vatan hizmetiyle de iz bırakmıştır.
-Sizin kişisel yolculuğunuza gelirsek… Besni’den İstanbul’a, oradan mühendisliğe uzanan serüveninizi anlatır mısınız?
1937’de Besni’de doğdum. Besni Dumlupınar İlkokulu’nda okudum. Beşinci sınıfta sınıf öğretmenimiz, “Karaoğlan” lakaplı babacan Akif Bey, sevdiği ve kızdığı talebelere “Oğlum, oğlum eşek oğlum” derdi. Bir gün matematik dersinde hocaya parmak kaldırdım: “Hocam, bu problemi başka yoldan daha kısaca çözeriz,” dedim. Kızdı, “Gel tahtaya anlat,” dedi. Anlattım, ikna oldu ve sınıfa dönüp, “Bu çocuk okutulursa iyi bir mühendis olur ama seni okutmazlar, Besni’de kalır ancak eşek mühendisi olursun,” dedi.
O günden sonra okulda adım “Eşek mühendisi” oldu ve arkadaşlarım benimle alay etti. Birkaç gün sonra hocam babamı okula çağırdı. Babam geldi, Akif Hoca da ona, “Bu çocuk okutulursa iyi bir mühendis olur, onu Besni’de bırakmayın, okutun,” dedi. Babam da “Çalışırsa okuturum, zaten burada kalsa ona iş yok, traktör şoförlüğü bile yapamaz,” dedi.
Bu “eşek mühendisi” sözü içimde ukde oldu. Çalıştım, okudum. Üniversite giriş sınavlarında tıp fakültesini de kazanmış olmama rağmen İTÜ Mühendislik Fakültesi’ne girdim. 12 yaşında trenle tek başıma İstanbul’a, bir akrabamızın yanına okumaya gittim.
İstanbul Erkek Lisesi’nde yatılı okudum. Ardından 1957’de İTÜ Makina Fakültesi’ne girdim ve 1962’de Makina Yüksek Mühendisi olarak mezun oldum.
Yatılı okuduğum yıllar zorluydu.
Besni Gölbaşı’ndan Haydarpaşa’ya kadar 48 saat süren tren yolculukları, karanlık tüneller, mum ışığı, kısıtlı imkânlar… Ama bize hayatta tutunmayı öğretti. Çalışmaya, mücadele etmeye mecburduk.

-Mezuniyet sonrası DSİ’de görev aldınız. O dönem Türkiye’nin en büyük projelerinden birinde genç mühendis olarak yer almak size neler kattı? Unutamadığınız bir hatıra var mı?
Askerliğimi İskenderun Deniz Fabrikası’nda mühendis teğmen olarak yaptım. Sonra Karadeniz Bakır İşletmeleri’nde, daha sonra da DSİ Keban Barajı İnşaatı’nda Maliyet Başmühendisliği görevinde bulundum. O dönem Süleyman Demirel’in ilk iktidar yıllarıydı; GAP hayali kuruluyordu. DSİ, benim de dahil olduğum genç mühendisleri İngilizce kurslarına, hatta Amerika’ya büyük barajlar konusunda eğitime gönderiyordu. ABD’nin en büyük barajı Hoover Barajı’na teknik ziyaretlere gittik. Devlet, GAP projesi için bizleri eğitti.
-Keban Barajı inşaatı ile ilgili hatıralarınızdan bahseder misiniz?
Bugünlerde Ankara’dan bir düğmeye basınca ülkemizin her köşesinde baraj, köprü, otoyol gibi tesislerin açılışları yapılıyor. Bugünden 60 yıl önce temel atma törenleri nasıl yapılıyordu, anlatayım.
1966 yılı Haziran ayında Keban Barajı temel atma töreni hazırlıkları yapılıyordu. Ben DSİ Keban Barajı İnşaatı Bölge Müdürlüğü’nde Maliyet Başmühendisiydim. Bir gün, Bölge Müdürümüz Hazım Tütüncüoğlu’nun makamında bir hak ediş imzalatıyordum. Kendisi İTÜ 1949 mezunu, Başbakan Demirel’in sınıf arkadaşıydı. O sırada odada bulunan DSİ Genel Müdür Muavini, İTÜ 1954 mezunu Recai Kutan Bey, “Hazım Abi, temel atma töreni hazırlıklarını tamamlıyorum. Açılış konuşması ve misafirlerin takdimi için bana genç bir personel ismi verir misin?” dedi. Hazım Bey kafasını kaldırdı ve beni işaret ederek, “İbrahim yapsın,” dedi. Tören hazırlıkları için görevlendirildim. Temel atma anında bir düğmeye basarak karşı dağlarda dinamit patlatılması planlanmıştı. Tören alanı ile dinamit patlatılacak dağ arası 5-6 kilometreydi. İki adet kablo döşedik. Tören alanından şaltere basınca dağ başındaki dinamit alanında hem ampul yanacak hem zil çalacaktı. Oradaki emniyet mühendisi Ömer Abi, bu sinyali alınca el manyetosu ile dinamitleri ateşleyecekti.
Tören günü geldi. Katılanlar arasında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Başbakan Süleyman Demirel, Enerji Bakanı Refet Sezgin, Amerikan, Fransız ve İtalyan büyükelçileri vardı. TRT spikeri Jülide Gülizar da törende görev almıştı.
Töreni ben anons ettim, açılış konuşmasını yaptım, protokoldekileri tanıttım. (Bu arada bir hata yapmışım, Enerji Bakanı Refet Sezgin yerine “Rafet Sezgin” demişim; ertesi gün Hazım Bey’den fırçayı yedim.)
Konuşmalar bitince Cumhurbaşkanı Sunay temel atmak için şalteri açacaktı. İşaret ettim ama anlamadı. Birkaç kez tekrar ettim, yine olmadı. Herkes bekliyor, ben çaresiz kaldım. En sonunda iki elimle Sayın Cumhurbaşkanı’nın elini tuttum, birlikte şalteri açtık. Ama masa altındaki elektrik mühendisi Ergün’e tekme atmayı heyecandan unuttum. O yüzden telsizle “Ömer abi, patlat!” demesi gecikti. Birkaç dakika sonra dinamit patladı, tören tamamlandı.
Ertesi gün Hazım Bey, “Bu gençlere görev verdim, beni Başbakan Süleyman Bey’e rezil ettiler” dedi. Bugün Ankara’dan düğmeye basınca anında Kars’ta dinamit patlatılabiliyor. Altmış yılda teknolojinin nereden nereye geldiğinin göstergesi budur.
Memuriyetten Girişimciliğe
DSİ’den ayrılıp Gaziantep’te kendi işinizi kurmaya nasıl karar verdiniz?
Keban’dan sonra DSİ’den ayrıldım. Bir Opel arabam ve bir James Bond çantamla Gaziantep’e geldim. Bir tek tanıdığım Mustafa Aydın Çelebi vardı, başka kimseyi tanımıyordum. Sadece mühendislik bilgime güveniyordum. O dönemde Gaziantep’te yalnızca dört makine mühendisi vardı; üçü memur, biri serbestti. Bu boşluğu gördüm.
Çiltuğ bugün Türkiye’nin sayılı sanayi kuruluşlarından biri
İlk işim radyatör, boru, vana, brülör gibi ekipmanların satış temsilciliklerini almak oldu. Annemin bir tarlasını sattık, Mustafa Aydın Çelebi ve abimin sınıf arkadaşı Faruk Çil ile küçük bir şirket kurduk. Çiltuğ ismi oradan gelir. O dönem kalorifer sistemleri yeni yeni yaygınlaşıyordu. İlk kazancımız kalorifer tesisatı yapmakla oldu. Eski taş binalara radyatör döşerdik; duvarları delmemek için döküm ayaklar yaptırırdık.
Sonra Nizip Caddesi’nde briketle çevrili bir tarlada küçük bir atölyede kalorifer kazanlarını imal etmeye başladık. Ardından buhar kazanları, yüksek basınçlı kazanlar ve tanklar üretmeye başladık. Sanayi Bakanlığı teşvikiyle Küçük Sanayi Geliştirme Merkezi’ndeki örnek atölyeye taşındık. O süreçte kafamda hep Keban Barajı’nda gördüğüm hidroelektrik santrallerin cebri boru ve kapaklarını üretmek vardı.
Çiltuğ’un Doğuşu ve Büyümesi
Çiltuğ bugün Türkiye’nin sayılı sanayi kuruluşlarından biri. O ilk atölyeden bugüne uzanan yolculuk nasıl gerçekleşti?
Kuruluştan itibaren üretim ürünlerimiz şöyle gelişti:
1. Kalorifer kazanı ve tank imalatı
2. Buhar kazanı imalatı
3. Yüksek basınçlı kazan ve basınçlı kaplar
4. Baraj cebri boru ve kapak imalatı
5. Salyangoz Draft Tube imalatı
6. Komple HES türbin imalatı
7. Elektrik jeneratörü ve RES türbin gövdesi imalatı
8. Nükleer enerji mekanik aksamları üretimi
Kritik sıçramamız 1970’lerin başında Karakaya Barajı ile oldu.
Alman yükleniciden cebri boruların imalatını aldık ve başarıyla bitirdik. Başta yabancı yüklenicilerin tedarikçisi olarak başladık, sonra Atatürk, Batman, Birecik, Karkamış barajları geldi. GAP projelerinin çoğunda mekanik aksamları biz ürettik.
Prensip olarak mühendislik dışındaki sadece kâr odaklı alanlara girmedik. Teknoloji ve mühendisliğe sadık kaldık. Rakipler çoğaldıkça sektörde bir üst segmente geçtik. Bugün hedefimiz nükleer enerji, uzay teknolojileri, elektronik sanayisi ve yapay zekâ alanlarında yatırımlar yapmak.
Gaziantep’in Sanayileşmesi ve Katkılar
Siz aynı zamanda KÜSGET ve Gaziantep Sanayi Odası’nın kuruluşunda da rol oynadınız. O günleri anlatır mısınız?
Gaziantep’e ilk geldiğim yıllarda, 1970’lerde şehir sadece ticaret kentiydi. İTÜ’den bir arkadaşım vasıtasıyla Sanayi Bakanlığı’nda yürütülen KÜSGET projesine katkı sundum. Ankara’ya defalarca gidip geldik. KÜSGET iş yerlerinin sanayiciye tapularının verilmesini Bakanlık nezdinde sağladık.
1988’li yıllarda Ticaret Odası hem tüccara hem sanayiciye hizmet veremez hale gelmişti. Sanayi Odası kurmak için yedi kişilik bir müteşebbis heyet kurduk: Selahattin Öztahtacı, Naci Topçuoğlu, Zeki Konukoğlu, ben, Hasan Ersoy, Aykut Tuzcu ve Salih Ertürk. Başvurumuzu yaptık ama Ticaret Odası yönetimi bu fikre karşı çıktı, hatta mahkemelik olduk. O dönem Turgut Özal başbakandı. Ben de Anavatan Partisi Gaziantep İl Başkanıydım. Sani Konukoğlu, “Sayın Özal’dan randevu alsan da derdimizi anlatsak,” dedi.
Özal’ın Malatya ziyaretinde yanına gittik. O da Bakan Ekrem Pakdemirli’ye dönüp, “Başkan ne istiyorsa yerine getirin,” dedi. Ertesi sabah Sanayi Bakanı Şükrü Yürür beni arayarak, “Başkan, hayırlı olsun. Gaziantep Sanayi Odası kuruluşunu imzaladım” dedi.
Böylece Sanayi Odası kuruldu. İlk Yönetim Kurulu üyelerinden biri de Çiltuğ A.Ş. adına Aydın Ayhan’dı. Sanayi Odası’nın kuruluşu, Gaziantep’in kaderini değiştirdi.
Gaziantep turizminin çehresini değiştirdi
Şehir, fabrikalaşma ve istihdam artışıyla bölgesinin lideri haline geldi.
1993’te Gaziantep’in ilk beş yıldızlı oteli Tuğcan’ı açtınız. O dönem nasıl bir cesaretle böyle bir yatırım yaptınız?
O dönem turizm yatırımlarına büyük teşvikler veriliyordu. Ben de Antalya bölgesinde arazi tahsisi için başvurdum ama sonuç alamadım. Bunun üzerine “Kendi göbeğimi kendim keseceğim,” dedim ve Gaziantep’te beş yıldızlı şehir oteli yapmaya karar verdim.
Arsayı öz kaynakla aldık, projeyi hazırlattık, mevcut mevzuata göre ruhsat başvurusu yaptık. Ancak belediye onay vermedi. Bir süre sonra Başbakan Turgut Özal ile bir açılışta karşılaştım. “İşlerin nasıl?” diye sordu. “Sayenizde siyasete girdik, şimdi normal işlerimizde engelleniyoruz,” dedim. O da Bayındırlık Bakanı’na dönüp, “İlgilenin,” dedi. Bakan, “Gökdelen bile veririm,” dedi ama ben “Hayır, sadece hakkım olanı istiyorum,” dedim. Sonunda ruhsatı aldık, kredi kullanmadan oteli tamamladık. Paramız yetişmeyince son iki katı sonra yaptık. Aradan yıllar geçince o iki kat için yeniden izin istedik, bu sefer yine engellendik ama mahkeme kararıyla hakkımızı aldık.
Benim için bu işlerin ortak noktası şu: Doğruluktan sapmaz, yasalara uyarsan er ya da geç hak yerini bulur. Arkadaşlarım bana bu yüzden “Doğrucu Davut” der.
Tuğcan bugün 30 yılı geride bıraktı. Gaziantep turizminin çehresini değiştirdi. Bir kuşak burada nişanını, düğününü, mezuniyetini yaptı. Otelimiz kendini sürekli yeniledi; Cam Teras, Starbucks gibi projelerle şehrin yaşamına değer katmaya devam ediyor.
Enerji sektörüne nasıl girdiniz?
İş hayatına girdiğimden itibaren enerji sektörünün içindeydim. 1985–1990 yıllarında Başbakan Turgut Özal, özel sektörün enerji yatırımı yapabilmesinin önünü açtı. Biz de bilgi birikimimizle harekete geçtik.
İlk olarak Kahramanmaraş ve Kadirli bölgelerinde Toros vadilerinde Savrun ve Keşiş çayı üzerinde Andırın HES, Kargılık HES, Kalealtı 1 ve Kalealtı 2 HES’i işletmeye aldık. Daha sonra Keban Deresi HES, Erkenek HES, ardından Adıyaman Sincik’te Sırımtaş HES, Çağlayan HES ve Sincik Rüzgâr Santrali’ni kurduk.
Bugün toplam sekiz HES ve bir RES olmak üzere 180 MW’lık kapasitemizle enerji üretiyoruz.
Bugün oğlunuz Mehmet Can Tuğsuz işin başında. Onun yönetime geçmesi sizin için ne ifade ediyor?
Büyük kızım Elvan, enerji projelerinin işletilmesi, enerji satışı ile tüm grubun satın alma ve finans işlerinden sorumlu olarak başarıyla görevine devam ediyor.
İkinci kızım Evren, Tuğcan Otel’in işletmesiyle birlikte Besni’deki badem bahçeleri ve tarımsal yatırımlarımızı yönetiyor.
Oğlum Can ise ana iş kolumuz olan mühendislik gerektiren ağır makine imalatında iş geliştirme, pazarlama, imalat, kalite kontrol ve iş teslim süreçlerinden sorumlu olarak ana fabrikamızda yöneticilik yapıyor.
Benim için bunun sadece kurumsal değil, duygusal bir boyutu da var. Çocuklarımın işi devralması bana büyük gurur veriyor.
Onlara hep şunu söyledim:
“Çok çalışın, dürüst olun, işinize sahip çıkın. Bu sadece şirketi değil, aile adını ve değerlerini de ayakta tutar.”
Besni’de okul ve cami yaptırdınız. Eğitime bu katkılarınızın temelinde hangi değerler var?
Annemin adına Ümmü Tuğsuz Anaokulu’nu, babamın adına Tuğsuz Ali Ağa İlk ve Ortaokulu’nu yaptırdım. Ayrıca Tuğsuzlar Camii’ni inşa ettik.
Besni’de atadan kalma toprağımızda badem bahçeleri kurdum. Elli kadar hemşehrim bugün şirketlerimizde çalışıyor.
Hep memleketime borçlu hissettim. Eğitim olmadan kalkınma olmaz; kalkınma olmadan da sanayi gelişmez.
“Sakin denizden becerikli denizci çıkmaz”
Sık sık “Sakin denizden becerikli denizci çıkmaz” diyorsunuz. Bu sözü hayatınızda nasıl yaşadınız?
Benim hayatım hep fırtınalı denizlerde geçti. DSİ’de, Keban’da, Çiltuğ’un ilk yıllarında, krizlerde…
Hep mücadele ederek ayakta kaldık.Krizler insanı pişirir.
Kolay zamanlarda herkes yüzer; asıl beceri, fırtınada gemiyi batırmadan limana ulaştırmaktır.
“GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ VAKFINI KURDUK”
Gaziantep Üniversitesi kuruluş aşamasında Profesörler Gaziantep'e gelemiyordu. Uçak seferleri yeterli değildi. O zaman Gaziantep’teki Kanaat önderleri ve iş adamları Gaziantep Üniversitesi mütevelli heyeti oluşturduk. Gaziantep Üniversitesi Vakfını kurduk. Bir fon oluşturduk dışardan gelecek öğretim üyelerine ulaşım, lojman ve ek yardımlar yaparak Gaziantep Üniversitesini cazip hale getirdik. İlaveden Vakıf mütevelli heyeti üyelerinden bazılarının benim de ortak olduğum arkadaşlar ile GÜVAK ticari şirketini kurduk. Şirket gelirlerinin tamamını vakfa bağışlıyoruz. Vakıf yönetimi de bu gelirleri üniversite öğrencilerine burs olarak dağıtıyor.
Genç mühendislere ve girişimcilere ne tavsiye edersiniz?
Çok çalışsınlar. Sebat etsinler. Düşe kalka ilerlesinler.
Bir iş olmadı mı küsmeyecekler; önlerindeki engeli aşacak, başka yolu deneyecekler.
Teknolojiye uyum sağlayacaklar.
Sık sık iş değiştirmeyecekler.
İşine sahip çıkan, yabancı dil bilen, kendini geliştiren gençler her dönemde değer bulur.
Peki geleceğe baktığınızda Gaziantep sanayisini ve turizmini nasıl görüyorsunuz?
Gaziantep’in önü açık, sanayi her krizi atlatmayı becerdi.
Turizm ise Tuğcan gibi yatırımlarla daha da gelişecek.
Teknoloji, yapay zekâ, nükleer enerji gibi alanlarda Türkiye’nin geri kalmaması için hep birlikte çalışarak bütün engelleri aşacağız.
Son olarak, yeni yetişen fidanlara, yani gençlere bu dergi aracılığıyla bir mesajınız olur mu?
Çalışsınlar, dürüst olsunlar, memleketlerine faydalı olsunlar.
Fırsatları kollasınlar, cesur olsunlar. Kendilerini yenilesinler, yeni teknolojilere uyum sağlasınlar.
Biz nasıl sıfırdan başladıysak, onlar da yılmadan çalışsınlar.
Çünkü “Sakin denizden becerikli denizci çıkmaz.”



